Kiralık işçiliğe karşı toplusözleşme
Kiralık işçiliğe karşı toplusözleşme
Patronlar kiralık işçiliği uygulamaya başladı bile, ancak her şey bitmiş değil. İşyerlerinde gerek toplusözleşmeler, gerekse fiili mücadelelerle kiralık işçiliğin önüne geçmek mümkün. Mata da bunun bir örneği oldu
20 Mayıs 2016 tarihinde Cumhurbaşkanı’nın onaylamasıyla, kamuoyunda kiralık işçilik yasası olarak bilinen, özel istihdam büroları aracılığı ile geçici iş ilişkisi kurulmasına izin veren 6715 sayılı “İş Kanunu ile Türkiye İş Kurumu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” yürürlüğe girdi. İşçilerin kazanılmış haklarını budayan, güvencesizliği alabildiğine yaygınlaştıran, dahası işçilerin o fabrikadan bu fabrikaya sürülmesinin önünü açan kiralık işçiliğin sonuçlarının çalışanlar için bir yıkım olacağını tahmin etmek hiç de zor değil.
Belki erken, önümüzdeki günlerde yasanın olumsuz uygulamalarına daha çok tanık olacağız, ama “yemeden içmeden” işe koyulan patronlar da var. Tıpkı, Petrol-İş Sendikası’nın örgütlülüğünü ortadan kaldırmak için kiralık işçiliği devreye sokan Manisa Toyo Matbaa Mürekkepleri Fabrikası’nın yönetimi gibi.
Sendikalar kiralık işçilik tasarısının yasalaşması karşısında iyi bir sınav veremedi. Yasa yürürlükte; toplusözleşmelerin dışında, işçilerin kiralık işçilere dönüşmesinin önünde hiçbir engel kalmamış görünüyor. Bunun için de, sendikal örgütlülük, işçilerin dirayeti ve sendika yönetimlerinin iradesi gerekiyor.
Matada bir ilk
Birleşik Metal-İş Sendikası, kiralık işçi yasasının Meclis’te tartışmalarının devam ettiği günlerde, otomotiv yan sanayi için üretim yapan Mata işyerinde örgütlendi. Çok hızlı organize olan ve üyeliklerin kısa sürede tamamlandığı işyerinde patronun ilk tepkisi, 11 Şubat tarihinde 10 işçiyi işten atmak oldu. İşçilerin iki gün üretimi durdurarak fabrikaya kapandığı fabrikada, patron masaya geldi. Atılan işçiler geri alındı ve sözleşme görüşmeleri başladı.
Geçtiğimiz günlerde, 1 Nisan 2016 - 31 Mart 2019 dönemini kapsayan toplusözleşme görüşmeleri arabulucu aşamasında anlaşmayla sonuçlandı. Ekonomik kazanımlarının yanı sıra, Mata sözleşmesini emsal kılacak maddeler de var. Kiralık işçilik yasasına karşı konulan hüküm, 8 Mart’ın tatil olarak kazanılması ve işçi sağlığı ve güvenliği ile ilgili maddeler, bu sözleşmenin yenilikleri oldu.
‘Her ne nam altında olursa olsun…’
Kiralık işçilik, sözleşmeye konulan “İşyerinde özel istihdam büroları veya alt işveren kanalıyla ya da doğrudan her ne nam altında olursa olsun belirli süreli iş sözleşmesiyle işçi çalıştırılamaz. Aksi durumda çalıştırılan işçiler asıl işverenin süresi belirsiz iş sözleşmesiyle çalıştırılan işçisi sayılır” maddesiyle engellenmiş oldu. Böylece, Mata işçileri, toplusözleşme güvencesiyle, kiralık işçilik belasından korunmuş oldu.
En somut mücadele aracı: Toplusözleşme
DİSK’in girişimleriyle Anayasa Mahkemesi’ne açılmış olan dava devam ederken, mücadele görevi yine sendikalara düşüyor. Yasa öncesi ve sonrasında topyekûn bir mücadele için koşulların yaratılamadığı durumda bile umutlar tükenmiş değil. Sendikal örgütlülük ve toplusözleşmeler, en somut mücadele aracı olarak karşımızda duruyor. İşyerlerinde gerek toplusözleşmeler, gerekse fiili mücadelelerle kiralık işçiliğin önüne geçmek mümkün. Mata da bunun bir örneği oldu.
Mata sözleşmesinin, kiralık işçiliği engelleyen hükmünden söz edip, diğer önemli kazanımlarından söz etmemek haksızlık olur. Özellikle, alışılmışın dışında sendikayı daha aktif kılacak, sendikanın denetleyici pozisyonunu güçlendirecek işçi sağlığı ve iş güvenliği maddeleri de sözleşmede yer alıyor.
İşçi sağlığı ve iş güvenliği alanı, geleneksel sendikal anlayışın pek kafa yorduğu ya da uzmanlıklarını artırmak için çaba harcadıkları bir alan değil. Ekonomik kazanımlar için verilen mücadelenin sağlık ve güvenlik alanında verilmediğini görüyoruz. İşçi sağlığı ve iş güvenliği alanı -sendikalı sendikasız fark etmiyor- işverenin inisiyatifine bırakılmış durumda. Toplusözleşmelerde de genellikle 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’na atfın ötesine geçilmiyor. Yasanın da ne kadar uygulanıp uygulanmadığı, takip edilip edilmediği belirsiz. Bu nedenle, son yıllarda sendikalı sendikasız tüm işyerlerinde işçi ölümlerinin artışıyla karşılaşıyoruz.
Özellikle, T. Maden İşin örgütlü olduğu Soma’daki madende, 301 işçinin iş cinayetine kurban edildiği maden katliamı hafızalarımızdayken, sendikaya inceleme ve denetleme için kapıları açan yeni maddelerin önemi ortada.
Sözleşmedeki bu maddelerden ilki, “Sendika tarafından yetkilendirilen kişiler, en az yılda bir defa işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğine yönelik periyodik kontrolleri gerçekleştirir. Aynı şekilde, işçilerden gelen talep, yaralanmalı ve ölümlü kazaların ve meslek hastalıklarının ortaya çıkması nedeniyle sendika tarafından yetkilendirilen kişiler, işyerinde inceleme yapma hakkına sahiptir.”
Bir diğer madde ise; “İşveren işyerinde gerçekleşen yaralanmalı, ölümlü iş kazaları ile tespit edilen meslek hastalıklarına ilişkin bilgi formunun bir suretini Sosyal Güvenlik Kurumu ile aynı süre 3 gün içinde sendika genel merkezine bildirir.”
Son olarak da, “İşveren, İSG kurul toplantı tutanaklarının bir örneğini toplantıyı takip eden 7 gün içinde sendika genel merkezine gönderir."
Devlet denetim mekanizmasının yetersiz olduğu, patronların işçi sağlığı ve iş güvenliği yatırımlarına maliyet olarak baktığı ülkemizde, sendikaların kollarını sıvayıp bu alana yönelik yaptırım güçlerini kullanmaları ve haklarını genişletmeleri, toplusözleşmelerle bunu yasal güvence altına almaları daha da önem kazanıyor. Böylesi bir sendikal anlayış, Soma Katliamı’nın önüne geçebilirdi. Soma’da olmadı, belki bundan sonra bunun bilincine varan sendikalar artar, iş cinayetleri ortadan kalkar.